Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in Medine Hayatı

Peygamberimizin Medine Hayatı.Hz.Muhammed (s.a.v.)'in medinede geçen son yılları

Peygamber (s.a.v.)Efendimiz Miladi 622 tarihinde Mekke-i Mükerremeden Medine-i Münevvereye hicret etmişler böylece 13 yıllık mekke hayatı sona ermiş 10 yıl süren medien hayatı başlamıştır.
Peygamber (s.a.v.)Efendimizin Medine'ye Gelişi:

Medineli Müslümanlar, Resûl-i Kibriya Efendimizin Mekke'den Medine'ye gelmek üzere yola çıktığını duymuşlardı. Bunun için her gün sabah namazından sonra Harre mevkiine çıkarak, öğle sıcağı basıncaya kadar yolunu heyecan ve sabırsızlıkla beklerlerdi.

Yine bir gün teşrif-i Nebevîyi uzun uzun beklemişler, gelmediğini ve etrafını da şiddetli sıcaklığın bastığını görünce evlerine geri dönmüşlerdi.

Bu sırada bir işi için evinin damına çıkmış olan bir Yahudi, beyazlara bürünmüş birkaç kişinin çölün sıcaklığını, serap ve sisleri yara yara gelmekte olduğunu gördü. Müslümanların, Hz. Resûlullah'ı günlerden beri beklemekte olduğunu biliyordu. Kendisini tutamayarak, "Ey Arap topluluğu!.. İşte, beklediğiniz devletliniz geliyor!" diye haykırarak Müslümanlara müjde verdi.413

Bu müjde, Medine sokaklarında bir şimşek gibi çaktı. Şehir bir anda bayram havasına büründü. Çünkü, insanlığa huzur ve saadet sunan zât geliyordu! Müslümanlar derhâl silâhlanıp o tarafa doğru koştular.

Karşılayıcılar, Resûl-i Ekrem Efendimizle Hz. Ebû Bekir'e, bir hurma ağacının gölgesinde dinlenirken kavuştular. Hz. Ebû Bekir, başucunda ayakta duruyordu! Günlerden beri yolunu heyecan, sabırsızlık ve muhabbetle bekledikleri ak maşlaha bürünmüş Kâinatın Efendisini selâmladılar, nur saçan mübarek sîmasını temaşaya başladılar.

Hurma ağacının gölgesinde bir müddet yorgunluğunu gideren Resûl-i Kibriya, daha sonra beraberindekiler ve karşılayıcılar ile birlikte Medine'nin sağ tarafına düşen Küba köyüne doğru yoluna devam etti.

Rebiülevvel ayının çok sıcak bir Pazartesi günü idi.

Güneş, ateşten oklarını bütün şiddetiyle yeryüzüne gönderiyordu. Kuşluk vakti Resûl-i Kibriya Efendimiz, etrafındaki mü'minler halkasıyla Medine'ye bir saat kadar mesafesi olan Küba köyüne vardı. Orada Amr b. Avf Oğullarının kardeşi Gülsüm b. Hidm'in evine indi. Kızgın kumlar üzerindeki sür'atli yolculuk Efendimizi oldukça yormuştu. Müslümanlarla görüşmek arzusuna binâen Küba'da bir müddet ikamet etmeye karar verdi.

Geceleri Medineli Müslümanların eşrafından oldukça yaşlı bir zât olan Gülsüm b. Hidm'in evinde kalan Efendimiz, gündüzleri ise Müslümanlarla konuşmak, sohbet etmek için ashabtan bekâr bir zât olan Sa'd b. Hayseme'nin evine giderdi. Zâten, Muhacirlerin bekârları da onun evinde kalırlardı. Bu sebeple evine "Dârû'l-Uzab [Bekârlar Evi]" denirdi.414

HZ. ALİ'NİN GELİP EFENDİMİZE KAVUŞMASI

Hz. Ali, Resûl-i Kibriya Efendimizin emriyle, Kureyşlilerin kendisine teslim ettikleri kıymetli eşya ve emanetlerini sahiplerine iade etmek maksadıyla Mekke'de kalmıştı.

Hz. Ali, bu vazifeyi yerine getirmiş ve Efendimizin Mekke'den ayrılışından üç gün sonra da hareket etmişti. Resûl-i Kibriya Efendimiz henüz Küba'da iken gelip kavuştu. Yürümekten ayakları şişmiş ve kabarmış idi. Peygamberimiz, onu gözyaşları arasında kucakladı ve ayağının iyileşmesi için dua edip eliyle mesnetti. Cenâb-ı Hakk ânında şifa ihsan etti. Hz. Ali'nin ayaklarında ne kabarmadan, ne de ağrı ve sızıdan eser kalmadı.415

KÜBA MESCİDİNİN İNŞASI

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Amr b. Avf Oğullarında 10 küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında Küba Mescidini tesis etti ve bu mescid içinde namaz kıldı.

Efendimizin tesis ettikleri mescidden önce, Müslümanlardan bazıları kendileri için mescid inşa etmişlerse de, İslâm cemaati için ilk olarak bina olunan mescid, işte bu Küba Mescididir.

Gülsüm b. Hidm Hazretlerinin, üzerinde hurma kuruttuğu arsasında bina edilen bu ulvî mabedin inşasında, Resûl-i Kibriya Efendimiz bizzat çalıştı. Bir seferinde kucağına güçlükle kaldırılabilecek büyükçe bir taş almışlardı. Sahabînin biri yanına varıp, "Yâ Resûlallah!.. Anam babam sana feda olsun! Elinde-kini bana ver." deyince, "Hayır vermem! Sen de başkasını al." buyurarak gayret ve faaliyetten büyük zevk aldığını ifade etmişti. Böylece, ibâdeti, takvası, sadâkati, metaneti, cesareti vesâir bütün güzel vasıflarda olduğu gibi gayret ve çalışkanlığı ile de sahabîlere en güzel örnek oluyordu.

Onun bu gayret ve faaliyetini müşahede eden Müslümanlar da, aşk ve şevk içinde bıkmadan usanmadan ve zerre kadar fütur eseri göstermeden çalışıyorlardı. Mescid yapılıp bitinceye kadar, Peygamber Efendimiz, çalışmaktan bir an olsun geri durmadı ve kendisini şâir Müslümanlardan farklı bir muameleye tâbi tutmadı.


Küba Mescidi

Küba Mescidinin Ehemmiyet ve Fazileti

Küba Mescidi, Resûl-i Kibriya'nın hicreti ve özellikle Küba köyüne ulaşmasıyla başlayan nurânî ve muazzam bir devrin mübarek bir abidesidir. Bu sebepledir ki, Kur'ân lisanıyla "Takva Mescidi" adı verilerek şerefli kılınmıştır. İlgili âyet-i kerîmede meâlen şöyle buyurulur:

"Muhakkak bu bir mesciddir ki, onun temeli Medine'ye hicretin ilk gününde takva üzere atılmıştır. Azîz Peygamberim!.. Bu mescid, senin, içinde namaz kılmana daha lâyıktır. Bu mescidde son derece temizliği ve nezaheti seven bir cemaat vardır. Allah da, çok temiz ve faziletli olanları sever!"416

Nebîyy-i Muhterem Efendimiz, hayatı müddetince her Cumartesi günü yaya veya binitli olarak bu mübarek mescidi ziyaret eder ve içinde namaz kılardı. Ayrıca mü'minleri de teşvik ederek, tam bir temizlik ve nezahetle bu mübarek mescidde namaz kılan kimse için bir umre sevabı olduğunu müjdelerdi.

İslâmî gelişmenin önündeki engellerin yavaş yavaş bertaraf olduğu, İslâm'ın inkişaf ve tealiye başladığı bir dönemde inşa edilmiş olması, Küba Mescidine ayrı bir manâ ve ehemmiyet atfeder.

Suheyb b. Sinan 'in Küba 'ya Gelişi

Suheyb b. Sinan, müşriklerin eziyet ve işkencelerine mâruz kalan kimsesiz Müslümanlardan biri idi. Medine'ye hicrete Efendimiz tarafından izin verildiği sırada bir türlü fırsatını bulup Mekke'den ayrılamamıştı.

Hz. Ali'nin hicret ettiğini görünce, o da, Medine'ye hicret maksadıyla hazırlanıp yola çıkmıştı. Bunu gören Mekkeliler-den bazıları arkasına düşüp yetiştiler ve, "Sen buraya fakir olarak geldin, yanımızda zengin oldun! Kendinle birlikte bu bol serveti de alıp götürmek istiyorsun. Buna müsaade edemeyiz!" demişlerdi.

îmanından aldığı cesaretle, bu kahraman sahabî, hemen bineğinden inmiş, çantasındaki okları çıkarıp karşısında duran Kureyş topluluğuna, "Benim, içinizde en iyi ok atanlardan biri olduğumu bilirsiniz. Yanımdaki okların hepsini atar, onlar biterse kılıcımı çalarım! Bunlardan biri elimde bulunduğu müddetçe yanıma sizi yaklaştırmam!" diye hitab etmişti.

Müşrikler, bu kahramanca seslenişe cevap vermemişlerdi. Bu İslâm kahramanının kolay kolay teslim olmayacağını biliyorlardı. Bir tarafta kalbindeki Allah'a îmanın verdiği hadsiz cesaretle duran Suheyb b. Sinan, diğer tarafta gönüllerine şirk ürkekliği hâkim birçok müşrik vardı.

Sonunda Suheyb, şu teklifte bulunmuştu:

"Size, bütün servetimin yerini gösterir, onu size bırakırsam, gitmeme müsaade eder misiniz?"

Gönülleri dünya malı sevgisiyle dolu müşrikler, "Evet..." demişlerdi.

Hz. Süheyb de onlara servetini bırakarak Allah yolunda dini ve îmanını serbestçe yaşamak uğrunda hicretine devam etmişti.

Rebiülevvel ayının ortalarına doğru gelip Küba'da Resûl-i Kibriya Efendimize kavuştu. Yolda gözü ağrımış, karnı ise son derece acıkmıştı. O sırada Efendimiz ve yanında bulunan Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in önünde taze yapraklı salkım hâlinde hurma vardı. Hz. Suheyb, hemen yaş hurmaları yemeye başladı.

Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah!.. Suheyb'i görmüyor musun? Hem gözü ağrıyor, hem de yaş hurma yiyor!" dedi.

Resûl-i Ekrem, "Ey Suheyb!.. Hem gözün ağrıyor, hem de yaş hurma yiyorsun!" buyurunca, sahabî, "Yâ Resûlallah!.. Ben, gözümün sağlam, ağrımayan tarafıyla yiyorum!" diye lâtif bir cevap vererek Efendimizi tebessüme getirdi.

Hz. Süheyb, daha sonra, "Yâ Resûlallah!.. Sen Mekke'den çıktığın zaman müşrikler beni yakalayıp hapsettiler. Ben de servetimi vererek kendimi ve ailemi satın aldım!" dedi.

Resûl-i Muhterem Efendimiz, "Suheyb kazandı! Suheyb kazandı! Ebû Yahya!.. Satış kârlı çıktı! Satış kârlı çıktı."417 buyurarak, bu kahraman sahabîyi müjdeleyip sevindirdi.

Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nazil oldu:

"İnsanlardan, Allah'ın rızasını kazanmak için canını seve seve feda edenler var! Allah ise, kullarına karşı çok şefkatlidir."418

Küba 'dan Hareket

Server-i Enbiya Efendimiz, Küba'da 10 küsur gece ikamet buyurduktan sonra bir Cuma günü Medine'ye doğru hareket etti. Kasva adındaki devesinin üzerinde idi. Peşinde Hz. Ebû Bekir, sağ ve solunda ise ana tarafından dayıları olan Neccar Oğullarından silâhlı 100 kişi ile birçok Medineli Müslüman yer almıştı.

Manzara, düşündürücü olduğu kadar da sevindirici ve ümit verici idi. Mekke'de yalnızlıkla baş başa bırakılmış bulunan Resûl-i Kibriya'nın etrafını şimdi, içleri nur, dışları nur yüzlerce insan sarmıştı! Dillerinde tekbir, gönüllerinde ise hadsiz sürür vardı. Kendilerine dünya ve âhiret saadetinin kaynağı olan gerçek îman ve İslâm'ı sunan bu şerefli zâtın yolunu günlerden beri sabırsızlıkla beklemişlerdi. Şimdi ise ona kavuşmanın eşsiz sevincini duyarak, hissederek yaşıyorlardı.

MEDİNE'DE İLK CUMA NAMAZI

Resûl-i Ekrem Efendimiz, yol esnasında sol tarafa yönelerek Salim b. Avf Oğulları yurduna vardı. Ranuna mevkiine geldiklerinde Cuma namazı vakti girdi. Efendimiz, Ranuna Vadisinin ortasındaki Cuma Mescidinin yerine indi ve burada Cuma namazı kıldı.

Bu, Peygamber Efendimizin Medine'de kıldığı ilk Cuma namazı idi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, burada arka arkaya iki hutbe îrad buyurdu. İlk hutbesinde Allah'a hamd ve senadan sonra meâlen Müslümanlara şöyle hitab etti:

"Ey insanlar!.. Sağlığınızda âhiretiniz için tedarik görünüz. Muhakkak bilirsiniz ki, Kıyamet Gününde birinin başına vurulacak ve çobansız bıraktığı koyunundan sorulacak. Sonra Cenâb-ı Hakk, ona diyecek. Amma nasıl diyecek? Tercümanı yok, perdedarı yok. Bizzat diyecek ki: 'Sana benim Resulüm gelip de tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, sana lütuf ve ihsan ettim. Sen kendin için ne tedarik ettin?' O kimse dahi sağına soluna bakacak, bir şey görmeyecek. Önüne bakacak, Cehennem'den başka bir şey görmeyecek! Öyle ise, her kim ki, kendisin velev ki bir yarım hurmayla olsun ateşten kurtarabile-cekse, hemen o hayrı işlesin. Onu da bulamazsa, bari Kelime-i Tayyibe ile [güzel sözle] kendisini kurtarsın. Zîra, onunla bir hayra 10 mislinden 700 misline kadar sevab verilir. Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun!"419

419 Ibn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 146.


Cuma Mescidi

İkinci Hutbe

Resûl-i Kibriya, ikinci hutbesinde ise meâlen şöyle buyurdu:

"Allah'a hamdolsun. Allah'a hamdederim ve O'ndan yardım isterim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığındık. Allah'ın hidâyet ettiğini kimse saptıramaz. Allah'ın idlâl ettiğine de kimse hidâyet edemez.

"Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. O, birdir, şeriki yoktur.

"Kelâmın en güzeli Kelâmullah'tır. Kimin ki Allah kalbini Kur'ân'la süsler ve onu kâfir iken İslâm'a dâhil eder, o da Kur'ân'ı şâir sözlere tercih ederse, işte o kimse felah bulur.

"Doğrusu, Kitabullah, kelâmların en güzeli ve en beliğidir. Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı can ve gönülden seviniz. Allah'ın kelâmından ve zikrinden usanmayınız. Ve Allah'ın kelâmından kalbinize kasavet gelmesin. Zîra, Kelâmullah, her şeyin en güzelini, en iyisini ayırıp seçer. Amellerin hayırlısını ve kulların güzidesi olan peygamberleri ve kıssaların iyisini zikreder. Ve helâl ve haramı beyan eder. Artık. Allah'a ibâdet ediniz ve O'na hiçbir şeyi şerik etmeyiniz. O'ndan hakkıyla sakınınız.

"Hayırlı işler işleyiniz ve bu iyi işleri diliniz de te'yid etsin.

"Allah'ın kelâmıyla birbirinizi seviniz. Muhakka bilmelisiniz ki Allahü Teâlâ ahdini bozanlara gazab eder.

"Allah'ın selâmı üzerinize olsun!"420

Akabe'deki bey'atta Medineli Müslümanlar, Resûl-i Ekrem Efendimiz kendi beldelerine geldiği zaman, her cihetle onu koruyacaklarına dair söz vermişlerdi.

Önce, Resûl-i Ekrem onların yurduna gelip bir müddet Küba'da ikamet buyurduktan sonra, bu sefer bizzat Medine'ye girmek üzere bulunduğundan, artık onların sözlerini yerine getirme vakti gelmiş demekti.

Bu sebeple Resûlullah Efendimiz, ikinci hutbesinin sonunda Cenâb-ı Hakk'ın, ahdini bozanlara gazab edeceğini beyan etmekle sözlerine son veriyordu.

MEDİNE'YE GİRİŞ

Peygamber Efendimiz, Ranuna mevkiinde Cuma namazını kıldıktan sonra tekrar devesine bindi ve yularını boynuna doladı. Arkasında Hz. Ebû Bekir, etrafında ise Neccar Oğulları yiğitleri ile Medineli Müslümanlar yer alıyordu. Kimi yaya, kimi binekli olan Müslümanların sevinç ve tekbir getirişlerinden âdeta yer gök inliyordu.

Fahr-i Âlem, devesinin üzerinde ağır ağır Medine içlerine doğru ilerliyordu. Sevinç dalgaları şehrin her tarafını sarmıştı. İslâm'a merkez olma şerefine erecek bu kutsî şehir, sürurundan âdeta çalkalanıyordu. Kâinatın Efendisini sinesine alışın, ona yurt ve hicret yeri olmanın sevincini yaşıyordu.

Kadınlar, çocuklar, söyledikleri şiirlerle manzaraya bir başka tatlılık katıyorlardı. Dillerinden düşmeyen mısralar şunlardı:

Veda yokuşundan doğdu dolunay bize...

Allah 'a yalvaran oldukça şükretmek gerekir mes 'ud hâlimize

Ey bize gönderilen Yüce Peygamber, sen, İtaat etmemiz gereken bir emirle geldin bize!..42i

Medine halkı, etrafa pırıl pırıl nurlar saçan Hz. Resûlullah'ın mübarek yüzünü görmek için sokaklara dökülmüştü. Çocuklar, bayramlıklarını giymişler, neşe ve sevinç içinde oynuyorlardı.

Evlerinin damından kadınlar, yollarda erkekler, ona "Hoş geldin!" diyorlardı: "Muhammed geldi! Yâ Muhammed, Yâ Resûlallah!.. Yâ Muhammed, Yâ Resûlallah!.."422

Bu kalbî ve duygulu tezahürat arasında Peygamber Efendimiz tevazu ve vekarı birleştiren müstesna bir eda içinde Kasva'nın üstünde yoluna devam ediyordu.

Medinelilerin Daveti

Resûl-i Kibriya Efendimiz ilerlerken, önünden geçtiği her evin sahibi, kendisini evinde misafir etme şerefine nail olmak istiyor ve devesinin yularını tutup, "Yâ Resûlallah!.. Bize buyurun!" diyordu.Efendimiz ise, mübarek tebessümleri arasında, "Hayra erin! Deveye yol verin; ona, gideceği yer buyurulmuştur." diye cevap veriyordu. O mübarek hayvan da, sağa ve sola bakarak kendiliğinden gidiyordu.

Kasva Çöküyor!

Yuları boynuna dolanmış Kasva, ilerleyerek Mâlik b. Neccar Oğullarına âit evlerin yanına kadar gitti ve oradaki boş bir arsaya çöktü.

Peygamber Efendimiz, üzerinden hemen inmedi. Deve, az sonra ayağa kalktı, biraz ilerledikten sonra birdenbire geriye döndü ve ilk çöktüğü yere geldi. Oraya tekrar çöktü ve artık kalkmadı. Boynunu ve göğsünü yere uzatarak tatlı tatlı böğürmeye ve sağa sola deprenmeye başladı.

Dikkatler Kasva'nın üzerine çevrilmişti: Resûl-i Ekrem, o-nun çöktüğü yere mi misafir olacaktı, yoksa başka bir yere mi? Henüz kimsenin bu hususta bilgisi yoktu.

O sırada Neccar Oğullarının mini mini masum kız çocukları, defler çalarak Sevgili Efendimize şöyle "hoşâmedî" ediyorlardı:

Biz, Neccar Oğulları kızlarıyız.

Muhammed'in akrabalığı, komşuluğu ne hoştur !m

Resûl-i Ekrem, bu masum yavruların samimî duygu ve sevinçlerini gülümseyerek karşıladı ve, "Beni seviyor musunuz?" diye sordu.

Hep bir ağızdan, "Evet, seni seviyoruz ya Resûlallah!.." dediler.Kâinatın Efendisi ise, "Allah biliyor ki, ben de sizi seviyorum! Vallahi, ben de sizi seviyorum! Vallahi, ben de sizi seviyorum! Vallahi, ben de sizi seviyorum!" buyurdu.

Medineli Müslümanlardan her biri, Fahr-i Âlem Efendimizin, hanesine şeref vermesini can-ü gönülden istiyordu. Hattâ, bir ara Kasva çöktüğü zaman, Cebbar b. Sahr, kaldırmak için ayağıyla ona vurdu. Bunu farkeden Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî, hiddete gelerek, "Ey Cebbar!.. Sen, benim evimin önünden kaldırmak için ona vurdun. Resûlullah'ı hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, İslâmiyet mâni olmasaydı sana kılıçla vururdum!" demekten kendini alamamıştı.

Peygamberimiz, Ebû Eyyûb el-Ensârî 'nin Evini Şereflendiriyor!

Kasva, ikinci sefer çöküp yerinden kalkmayınca Peygamber Efendimiz, "İnşallah menzilimiz burasıdır." buyurarak indi.

Böylece, İslâm ve cihan tarihinin kaydettiği en parlak hâdiselerden biri olan Hicret-i Muhammediye (s.a.v.), bu inişle sona eriyordu.

Müslümanlar, merak ve heyecan içinde bekliyorlardı. Acaba kâinatın medar-ı iftiharı olan Resûl-i Kibriya, kimin evini şe-reflendirecekti? Hepsinin göz ve gönüllerinde sevinç dalga dalga idi. Bu sevince, Kâinatın Efendisini evlerinde misafir etmek hadsiz şerefini de katmak istiyorlardı.

Peygamber Efendimiz, etrafını saranlara, "Akrabalarımızdan hangisinin evi buraya daha yakındır?" diye sordu.

Neccar Oğullarından Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri, sevinç ve heyecanla ortaya atıldı. "Yâ Nebîyyallah!.. Benim evim daha yakındır! İşte, şu evim, şu da kapısı." diyerek gösterdi. Sonra da, "Müsaade buyurursanız, devenizin üzerindeki leri oraya taşıyayım." dedi; Kasva'nın yükünü indirip palanını soydu ve evine taşıdı.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de, "Kişi, bineğinin ve ağırlığının yanında bulunur." buyurdu ve Ebû Eyyûb el-Ensârî'ye, "Git, bizi kabul için yer hazırla!" diye emretti.424

Bu esnada Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden olan Esa'd b. Zürare Hazretleri de, teberrüken Kasva'yı alıp kendi evine götürdü.

Hz. Eyyûb el-Ensârî, derhâl gidip evini hazırladı ve gelip E-fendimize, "Yâ Resûlallah!.. İkinize de yer hazırladım. Allah'ın bereketiyle ikiniz de yerinize buyurunuz." dedi.425

Sevgi tezahürleri arasında Resûl-ü Ekrem Efendimiz de kalkıp Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin hanesine gitti. Böylece, Kâinatın Efendisini ağırlama eşsiz şerefi bu azız sahabîye nasîb oluyordu!

Fahr-i Âlem Efendimizin, Medine'ye teşrifiyle, vatanlarından ayrı düşüp de gönülleri mahzun olan Muhacirlere taze can geldi, Ensâr'ın yüzü ve gönlü sürura gark oldu. Medine ise sevinçten çalkalandı ve âdeta bir bayram havasına büründü.

Ashab-ı Kiram'dan Bera b. Azib, o müstesna gündeki sevinç ve heyecanı şu cümlelerle anlatmak ister:

"Resûlullah (s.a.v.), Medine'ye gelince, Medinelilerin, onun gelişine sevindikleri kadar hiçbir şeye öylesine sevindiklerini görmedim! Kadınların, çocukların, 'İşte, Resûlullah geldi./ İşte, Muhammed (s.a.v.) geldi!' diyerek sevinçten coştuklarını müşahede ettim."426

O zaman henüz bir çocuk olan Ensâr'dan Enes b. Mâlik ise, şu sözlerle o günün azamet ve parlaklığını nazara vermek ister:

"Ben, Resûlullah'ın (s.a.v.), Medine'ye girdiği günden daha güzel, daha parlak ve daha azametli hiçbir gün görmedim!"427

Ebû Eyyûb el-EnsârîDer ki...

Mihmandar-ı Fahr-i Âlem Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri der ki:

"Resûlullah, evime şeref verdiği zaman, alt kata inmişti. Ben ve zevcem Ümmü Eyyûb ise, yukarı katta bulunuyorduk.

'"Anam babam, sana feda olsun Yâ Resûlallah!.. Ben, benim yukarıda olmamı, senin ise altta bulunmanı hoş görmüyorum. Bu durum bana çok ağır geliyor. Sen yukarı çık, orada bulun! Biz de aşağı inelim, orada oturalım' dedim.

"Resûlullah, 'Yâ Ebâ Eyyûb!.. Evin alt katında bulunmamız, bize daha uygun ve münasiptir.' dedi ve alt katta oturdu. Biz de meskende onun üstünde bulunuyorduk. O sırada, içinde su bulunan testimiz kırıldı. Resûlullah'ın üzerine damlayıp onu rahatsız etmesinden korkarak, zevcemle tek örtüneceğimiz kadife yorganımızı hemen suyun üzerine bastırdık."428

Resûl-i Kibriya Efendimiz, fazla ziyaretçi geleceği ve onlarla rahat görüşüp konuşabilme düşüncesiyle alt katta kalmayı münasip görmüştü.

Ancak, büyük îman sahibi Hz. Ebû Eyyûb ve zevcesinin gönlü bir türlü rahat etmiyordu. "Fahr-i Âlem alt katta, bizler üst katta!... Bu nasıl olur?" diye düşünüyor ve bundan son derece sıkılıyorlardı.

Hz. Ebû Eyyûb, bir gece uyandı ve bu duygunun tesiriyle bir türlü uyuyamadı. Ufak tefek eşyalarını evin başka tarafına taşıdılar ve orada uykusuz sabahladılar.

Sabah olunca, Hz. Ebû Eyyûb, olanları Efendimize anlattı. Peygamber Efendimiz, yine, "Aşağısı bana daha uygundur." dedi.

Fakat, büyük sahabî buna daha fazla tahammül edemedi ve, "Yâ NebîyyallahL Ben yukarıda, siz aşağıda olmaz!" dedi.Bunun üzerine Resûl-i Kibriya Efendimiz üst kata, Ebû Eyyûb ve zevcesi Ümmü Eyyûb ise alt kata taşındılar.429

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin mütevazi evinde tam yedi ay ikamet buyurdu. Bu zaman zarfında Medineli Müslümanlar (Ensâr), bu eve yemekler taşımada ve Efendimizin ihtiyaçlarını yerine getirmede birbirleriyle âdeta yarışırlardı.

Resûl-i Ekrem 'in Soğan ve Sarımsak Kokusundan Hoşlanmaması

Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evine yerleşen Fahr-i Âlem E-fendimize, Medineli Müslümanlar her gün muntazaman yemek getirirlerdi.

Hz. Ebû Eyyûb ve ailesi ise, devamlı akşam yemeklerini hazırlarlardı. Hazırladıkları yemeklerden geri kalanını ise teberrüken yerlerdi.

Yine, bir gece, soğanlı veya sarımsaklı bir yemek yapıp göndermişlerdi.

Resûlullah, yemeği, geri çevirdi!

Ebû Eyyûb (r.a.), yemekte Resûlullah'ın parmaklarının izini görmeyince feryad ederek yanına gitti ve, "Yâ Resûlallah!.. Anam babam sana feda olsun! Sen akşam yemeğini geri çevirdin!" dedi.

Resûlullah, "O sebzede bir koku hissettim, ondan yemedim. Ben, arkadaşım Cebrail'i rahatsız etmek istemem!" buyurdu ve ilâve etti: "İnsanı rahatsız eden şeyden, melekler de rahatsız olurlar."

Bunun üzerine Ebû Eyyûb, "Yâ Resûlallah!.. Yoksa o yemek haram mıdır?" diye sordu.

Müslim, Sahih, c. 6, s. 127.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Hayır!.. Fakat, ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım."430 buyurdu.

Ebû Eyyûb Hazretleri de, "Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam!" dedi.431

Mucizeli Bir Yemek Ziyafeti

Resûl-i Kibriya Efendimizin, Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde kaldığı sıradaydı.

Hz. Ebû Eyyûb, Nebîyy-i Muhterem Efendimizle Hz. Ebû Bekir-i Sıddık'a kâfi gelecek iki kişilik yemek yapıp getirmişti.

Peygamber Efendimiz, ona, "Git, Ensâr'ın eşrafından bana 30 kişi çağır!" diye emretti.

Hz. Ebû Eyyûb emri yerine getirdi. Otuz kişi gelip yediler. Sonra yine ferman etti: "Altmış kişi daha çağır!"

Hz. Ebû Eyyûb, 60 kişi daha davet etti. Onlar da gelip yediler.

Efendimiz sonra tekrar, "Yetmiş kişi daha çağır!" diye ferman etti.

Hz. Ebû Eyyûb bu emri de yerine getirdi. Yetmiş kişi daha gelip yediler.

Ve Hz. Eyyûb der ki:

"Kablarda yemek daha kaldı. Bütün gelenler o mucize karşısında Islâmiyete girip biat ettiler. O iki kişi için yaptığım yemeğimden 180 adam yediler!"432

Bu, Resûl-i Kibriya Efendimizin, mucizeli bir yemek ziyafetiydi. Berekete dair olan bu mucizeler gösteriyor ki, "Muham-med-i Arabî (a.s.m.), umuma rızık veren ve rızıkları halkeden bir Zât-ı Rahîm ve Kerîm'in sevgili memurudur, pek hürmetli bir abdidir ki, rızkın envaında, hilâf-ı âdet olarak, ona hiçten ve sırf gaybtan ziyafetler gönderiyor."433

HİCRİ TARİH

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Medine'ye hicret ettiklerinde, Müslümanların kullandıkları kendilerine mahsus bir tarihleri yoktu. Bunun üzerine Efendimizin hicretini başlangıç kabul ederek, "Resûlullah'ın gelişinden bir ay, iki ay sonra..." diye hicrî tarih kullanmaya başladılar.

Hz. Resûl-i Ekrem'in dar-ı bekaya irtihâline kadar da bu suretle kullanıldı. Fakat, sonra kesildi, kullanılmadı. Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti zamanı ile Hz. Ömer'in hilâfetinin dört senesi böyle geçti. Sonra resmî muameleler ve medenî münâsebetlerin vakitlerini belli etmeye ve tâyinine ciddî gerek duyuldu.

Bunun üzerine Hz. Ömer, ashabı topladı, onlarla istişare etti.

Sa'd b. Ebî Vakkas Hazretleri, Peygamberimizin vefatı zamanının esas alınmasını; Talha b. Ubeydullah Hazretleri, E-fendimizin peygamber olarak gönderiliş tarihini; Hz. Ali, Resûl-i Kibriya'nın Medine'ye hicretlerini; başkaları ise, Efendimizin doğum gününün tarihe başlangıç olarak kabul edilmesini teklif ettiler.

Hicret'in 17 veya 16. yılında toplanan bu şûranın müzâkereleri neticesinde, Hz. Ali'nin teklifi üzerine ittifak edildi. Ancak, hangi ayın başlangıç olarak kabul edileceği hususunda bir mutabakata varılmadı. Abdurrahmân b. Avf Hazretleri, "Haram Aylar"ın ilki olduğu için Receb'i; Talha b. Ubeydullah, Müslümanların mübarek ayıdır diye Ramazan'ı; Hz. Ali (r.a.) ise, sene başıdır diye Muharrem'i başlangıç olarak teklif etti. Bu hususta da yine Hz. Ali'nin teklifi kabul edildi.

Böylece, Kamer senesi esas ve hicret tarihi başlangıç kabul edilerek, Müslümanlar kendilerine mahsus bir takvim tanzim etmiş oldular.434

413 ibn-i Hişam, A.g.G., c. 2, s. 137; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 233.

414 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 138; ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 233.

415 Halebî, insan, c. 2, s. 233.

417 Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 227-229.

418 Bakara, 207.

420 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 147.

421 Halebî, İnsanû'l-Uyûn, c. 2, s. 58.

422 Müslim, Sahih, c. 8, s. 236; Taberî, Tarih, c. 2, s. 248.

423 Ibn-i Mâce, Sünen, c. 2, s. 612.

424 ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 235; Buharî, Sahih, c. 2, s. 335.

425 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 236; Buharî, A.g.e., c. 2, s. 335.

426 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 234; Buharî, A.g.e., c. 2, s. 337.

427 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 234.

428 İbn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 143-144.

430 ibn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 144.

431 Müslim, Sahih, c. 6, s. 126-127.

432 Kaadı iyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 563; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s.117.

433 Bediüzzaman Said Nursî, A.g.e., s. 123.

434 ez-Zebidî, Tecrid-i Sarih, Tere, c. 10, s. 120-121