Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Şemail'i Şerifi (Görünüşü)

Peygamberimizin görünüşü nasıldı?Peygamber Efendimiz (s.a.v.)vücut yapısı ve cemali nasıldı?
Meani'l-Ahbar adlı eserde Ebu Hâle Temimî'den, o da İmam Hasan b. Ali'den (ikisine de selâm olsun), diğer bir kanalda da İmam Rıza'dan, o da atalarından, onlar Ali b. Hüseyin'den, o Hasan b. Aliden (hepsine selâm olsun), başka bir rivayet kanalında da Ebu Hâle-nin çocuklarından birinden, o da Hasan b. Ali'den (her ikisine selâm olsun) rivayet eder ki:

"Dayım Hind b. Ebu Hâle Peygamber efendimizi (s.a.a) iyi vasfeden biriydi. Ben de Peygamberin (s.a.a) vasıflarını özümseyip kalben bağlanırım diye onun bana Peygamberi anlatmasını çok isterdim. Bu yüzden Peygamberin (s.a.a) nasıl biri olduğunu ona sordum. Dedi ki:

"Resulullah (s.a.a) iri ve heybetli birisiydi. Yüzü on dördündeki ay gibi parlardı. Orta boylu birinden daha uzun, ince uzun boylu birinden daha kısaydı.

Başı büyükçeydi. Saçları ne kıvırcık, ne de düzdü, hafif dalgalıydı. Saçlarını salıverdiği zaman ortadan ayırırdı.

Topladığı zaman da kulak memesini geçmezdi. Parlak ve berrak renkliydi. Alnı genişti. Kaşları ince, uzun ve genişti, bitişik değildi.

İki kaşının arasında sinirlendiğinde belirginleşen bir damar vardı. Bu damar öyle bir parlaktı ki, dikkat etmeyenler onu burnunun devamı sanırlardı. Sakalları gürdü. Yanakları düz ve az etliydi.

Ağzı nispeten büyük ve genelde dudakları hafifçe açıktı. Dişleri beyaz ve seyrekti. Göğsünün ortasından karna uzanan kılları inceydi. Boynu ceylan boynu gibi güzel, gümüş gibi parlaktı.

Dengeli bir vücut yapısı vardı. Cüsseli ve sağlam yapılıydı. Karnı ve göğsü dümdüzdü. İki omzunun arası genişti. Eklemleri iriydi.

Geniş göğüslüydü. Vücudu oldukça güzel ve uyumluydu. Boyun çukurundan göbeğine kıldan bir çizgi uzanıyordu. Bunun dışında memeleri ve karnı kılsızdı. Kolları, omuzları ve göğsünün üst kısmı daha kıllıydı. Bilekleri uzundu. El ayası genişti. Elleri ve ayakları iriydi.

Dört bir yanı düzgündü. Kemikleri düz ve çıkıntısızdı. Ayaklarının altı çukurdu (düz taban değildi). Ayakları genişti, suya bassa altından su kaynıyor gibi olurdu. Yere bastığında tam basardı. Ayağını kaldırdığında tam kaldırarak yere sürtmezdi.
Adımlarını denk atardı. Teenni ve vakarla yürürdü. Çabuk yol alırdı. Yürüdüğü zaman yokuş aşağı iniyormuş gibi yürürdü. Bir tarafa baktığında bütün vücuduyla o tarafa dönerdi. Bakışlarını yere indirirdi.

Göğe baktığından çok yere bakardı. Bakışlarının çoğu anlıktı. Karşılaştığı kimseye ilk selâm veren o olurdu."

"Ona dedim ki: 'Şimdi de bana Peygamberimizin (s.a.a) konuşma tarzını anlat.' Dedi ki:

"Sürekli hüzünlüydü. Devamlı düşünceli olurdu. Dinlenmesi ve rahatı yoktu.
Uzun süre sessiz kalırdı ve gerekmedikçe konuşmazdı. Avurtlarıyla söze başlar ve avurtlarıyla sözü tamamlardı .(açık ve net konuşurdu). En açıklayıcı ve anlamlı sözlerle konuşurdu, sözünde faz-lalık ve eksiklik bulunmazdı. Yumuşak huyluydu.

Kaba ve aşağılayıcı değildi. Az dahi olsa onun katında nimet değerliydi. Hiçbir nimeti kötülemezdi. Tattığı yiyecekleri yermediği gibi övmezdi de."

"Dünya ve dünyalık şeyler onu öfkelendirmezdi. Hak çiğnendiği zaman da (gazabından) kimse onu tanımazdı ve onu alıncaya kadar kimse öfkesinin önünde duramazdı. Bir şeyi gösterdiğinde bütün eliyle işaret ederdi. Bir şeye hayret ettiği zaman elini ters çevirirdi.

Konuştuğu zaman ellerini kavuşturur, sağ elinin ayasını sol elinin baş parmağının ayasına vururdu. Bir şeye kızdığı zaman ondan yüz çevirir, gözlerini yumardı. Gülmesi genellikle gülümse şeklindeydi. Gülümsediği zaman inci dişleri görünürdü."

Şeyh Saduk der ki: "Buraya kadar olan kısım, Kasım b. Menî'in İsmail b. Muhammed b. İshak b. Cafer b. Muhammed'den aktardığı rivayettir. Sonuna kadar geri kalan kısmı ise Abdurrahman'ın rivayetidir."

İmam Hasan (a.s) der ki: "Bu rivayeti bir süre Hüseyin'e (a.s) açmadım. Sonra ona anlattım. Baktım ki, o bu rivayeti benden önce duy-muş. Bunu nereden öğrendiğini sordum. Baktım ki, babasından (a.s) Peygamberimizin (s.a.a) girişini, çıkışını, oturuşunu, şeklini sormuş, Peygamberimizle (s.a.a) ilgili olarak öğrenilmesi gereken hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır."


İmam Hüseyin (a.s) dedi ki: "Babama Peygamberimizin (s.a.a)bir yere nasıl girdiğini sordum. Buyurdu ki: Peygamberin (s.a.a) eve girmesi kendi elinde olan bir durumdu (dilediği zaman eve girerdi).

Evine girdiği zaman zamanını üç kısma ayırırdı. Bir kısmını Allah için, bir kısmını ailesi için, bir kısmını da kendisi için ayırırdı. Sonra kendisi için ayırdığı kısmı kendisi ile insanlar arasında pay ederdi. Bunu özel dostları aracılığı ile bütün halka teşmil ederdi.Bu zamandan, onlardan esirgeyip sırf kendine sakladığı zaman olmazdı."



"Günlük hayatının ümmete ayırdığı kısmında faziletli kimselere öncelik vermesi onun (s.a.a) edebinin bir göstergesiydi. Onları da dindeki değerlerine göre ayırırdı. İçlerinde kimisi bir, kimisi iki ve kimisi de daha fazla ihtiyaç sahibi olurdu. Durumlarına göre onlarla ilgilenirdi. Onların durumlarını düzeltecek, kendilerini ıslâh edecek şeylerle uğraşmaya yöneltirdi. Ümmetinin hâlini sorardı.

Onlar için gerekli olan şeyleri bildirmeye özen gösterirdi ve şöyle derdi: Burada bulunanlar benim sözlerimi bulunmayanlara bildirsin.

İhtiyacını bana bildirmeye güçleri yetmeyenlerin ihtiyaçlarını bana bildirin. Çünkü bir yöneticiye, ihtiyacını bildirmeye güç yetirmeyen birinin ihtiyacını bildiren kimsenin kıyamet günü yüce Allah ayaklarını sabitleştirir. Onun yanında sadece bunlardan söz edilebilirdi.

Hiç kimsenin bundan başka bir şey söylemesini kaybetmezdi. İnsanlar ihtiyaçlarını bildirmek için onun yanına girip çıkarlardı.

Bir şey tatmadan evinden çıkan olmazdı. Aydınlanmış,hayra delâlet edebilecek bir hâlde evinden çıkarlardı."

"Ona, Peygamberimizin (s.a.a) evinden çıkarken nasıl hareket ettiğini de sordum. Buyurdu ki: Peygamberimiz (s.a.a) kendisini ilgilendirmeyen meselelerle ilgili olarak konuşmaktan kaçınırdı. İnsanları kaynaştırırdı, ayırıp dağıtmazdı.
Her kavmin saygın kişilerine saygı gösterir, onları kavimlerine yönetici olarak atardı. İnsanlardan sakınır, kendisini onlardan korurdu. Ama güler yüzünü ve üstün ahlâkına uygun davranışını hiç kimseden esirgemezdi.
Ashabının hâl hatırını sorardı. İnsanları başka insanlardan sorardı. İyiişlerin iyiliğini vurgular ve onu güçlendirirdi. Çirkin işlerin çirkinliğini söyler ve onu aşağılardı. İşlerinde ılımlıydı ve çelişkiye düşmezdi."

"Halkın gaflet edip batıla eğilim göstermelerinden endişe ettiği için durumlarından gafil kalmazdı. Haktan hiçbir eksikliğe gitmez, hakkın sınırlarını da aşmazdı.
İnsanlar içinde ona en yakın ve dost olanlar, insanların en hayırlıları olurdu. Müslümanların en çok hayrını isteyenler, onun katında en üstün konuma sahip olurdu. Katında en saygın yere sahip olanlar, yardım ve destek bakımından en güzel örneği sergileyen kimseler olurdu."

İmam Hüseyin (a.s) der ki: "Ona (babam Hz. Ali'ye -a.s-), Peygamber efendimizin (s.a.a) oturuşunu da sordum. Buyurdu ki: Allah'ı anmadan oturmaz ve yerinden kalkmazdı. Bir mecliste kendisine yer ayırmaz ve başkalarının da yer beğenip ayırmalarına engel olurdu. Bir kavmin oturduğu yere geldiğinde kimsenin oturmadığı boş bir yere otururdu ve insanlara da böyle davranmalarını emrederdi.

Yanında oturan herkesle ilgilenirdi. Yanında oturanların hiçbiri, bir başkasının onun yanında kendisinden daha saygın ve daha değerli olduğunu düşünmezdi. Onun yanında oturan kimse,o oradan ayrılmadan yanında kalmaya devam ederdi. Ondan bir ihtiyacının giderilmesini isteyen kimse, ihtiyacını almadan veya en azından güzel bir söz duymadan dönüp gitmezdi."

"Güzel ahlâkıyla bütün insanları kuşatmıştı. İnsanlara bir baba gibi davranırdı. Hak söz konusu olduğunda bütün insanlar onun yanında eşitti. Onun oturduğu meclis, hilmin, hayânın, doğruluğun ve güvenilirliğin meclisi olurdu. Meclisinde sesler yükselmez saygınlıklar çiğnenmezdi. Bir sürçme olduğunda onun tekrarı olmazdı.

Orada oturanlar dengeli davranır ve sürekli olarak takva duygusuna bağlı kalırlardı. Mütevazı olur, büyüklere saygı gösterir, küçüklere merhamet ederlerdi. İhtiyaç sahiplerini kendilerine tercih eder ve yabancıları korurlardı."

"Sonra, Peygamberimizin (s.a.a) oturuşlarındaki davranışı nasıldı? diye sordum. Buyurdu ki: Daima güler yüzlüydü. Yumuşak huyluydu.

Yanındaki insanlara son derece yumuşak davranırdı. Kırıcı,kaba, gürültücü değildi. Çirkin söz söylemez, kimseyi ne ayıplar,ne de överdi. Hoşuna gitmeyen, canının çekmediği bir şeyden hoşlanmadığını belli etmezdi. Dolayısıyla ondan ümit kesilmezdi,ümit bağlayanlar ümitsizliğe kapılmazdı."

"Üç şeyden uzak dururdu. Gösteriş, çok mal biriktirmek, kendisini ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenmek.
İnsanlar hakkında da üç şeyden uzak dururdu: Hiç kimseyi yermez, ayıplamazdı; hiç kimsenin kusurlarını ve ayıplarını araştırmazdı; ancak sevabını umduğu şeyler hakkında konuşurdu. Konuşmaya başladığı zaman yanında oturanlar başlarının üzerinde kuş varmış gibi pür dikkat kesilirlerdi.Ancak o sustuktan sonra konuşmaya başlarlardı. Onun yanında laf dalaşına girmez, çekişmezlerdi.

Birisi konuşunca diğerleri,o sözlerini tamamlayıncaya kadar seslerini keserlerdi. Onun yanında birbirlerinin sırasını gözeterek konuşurlardı. Onların güldüğü şeye kendisi de gülerdi. Hayret ettikleri şeye o da hayret ederdi."

"Yabancı bir kimsenin istekleri ve konuşması kabaca da olsa ona karşı sabırlı davranırdı. Öyle ki kimi kaba yabancılara karşı ashabı harekete geçer, onu Peygamberden uzaklaştırmak isterlerdi.

Ama o, 'Bir ihtiyaç sahibinin bir şey istediğini gördüğünüz zaman ona yardım edin.' buyururdu. Bir nimetin karşılığında teşekkür mahiyetinde olmadığı sürece kimsenin övgüsünü kabul etmezdi. Hiçbir kimsenin konuşmasını kesmezdi. Ancak o kimse hakkın sınırlarını aştığı zaman ya onu böyle konuşmaktan nehyeder veya yanından kalkardı."

"Ona Peygamberin (s.a.a) sükûtunu da sordum. Buyurdu ki:

Onun sükûtu dört şeyden ileri gelirdi. Hilim, sakınma, değerlendirme,düşünme. Değerlendirmeye gelince; insanları gözlemleme ve onları dinleme şeklinde olurdu.
Düşünmeye gelince; kalıcı ve yok olup gidici olanın düşünürdü.
[Hilme gelince;] hilim ve sabır nitelikleri onda birleşmişti, hiçbir şey onu öfkelendirmez, metanetini kırmazdı.

Sakınmaya gelince; dört şeyde kendisini gösterirdi: Güzele uyardı ki, insanlar onu örnek alsınlardı. Çirkini terk ederdi ki,insanlar ondan kaçınsınlar-dı. Ümmetinin ıslâhı üzerinde düşünürdü.Dünya ve ahiret hayrına olacak işleri yapardı."