İslam ve İnanç Sistemi Esasları Nelerdir?

İslam ve inanç sistemini esasları nedir?
İslam ve inanç sisteminin esası itikad ve imandır.inanç sisteminin kaynağı ise,Kur'an ve Hadislerlerdir.

‘İ’tikad’, sözlükte gönülden bağlanma, düğümlemiş gibi sağlam inanma demektir. Akd (düğüm) kökünden türemiştir. ‘Akide’ ise, bağlanılan, inanılan şey anlamındadır. İslâm’da akaid, akide kelimesinin çoğulu olarak, inanılması farz olan hususlar, iman esasları, dinin temel kural ve hükümleri, anlamına gelmektedir.

İslâm inanç sisteminin birinci kaynağı Kur’an-ı Kerim, ikinci kaynağı ise hadis-i şeriflerdir. İslâm akaidini oluşturan esaslar, bu kaynaklarda hiçbir yoruma ve yanlış anlaşılmaya yer bırakmayacak şekilde açık, net, yalın ve sade olarak bildirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala’ya, peygamberlerine, kitaplara, meleklere, ahirete, kaza ve kadere iman konusuna deyinen ve yer yer ayrıntılı bilgiler veren bir çok ayet vardır. Hadis kitaplarının da, ‘iman, enbiya, tevhid, cennet, cehennem, kader, kıyamet’ gibi bölümlerinde, iman ve itikad esaslarıyla ilgili çeşitli hadisler rivayet edilmiştir. Bu sebeple Kitap ve Sünnet akaid’in temel kaynaklarını teşkil eder. Akıl ve duyu organlarının verileri de ayet ve hadislerin belirlediği esasların açıklanması, yorumu ve ispatlanması konusunda yardımcı olurlar. Bu sebeple iman esaslarının belirlenmesinde tek kaynak ilâhi vahiydir.

İslâm akaidini oluşturan esaslar, kesin kaynağa dayandığı gibi apaçıktır. Zamana, mekana, birey ve toplumlara göre değişiklik göstermez. Bu hükümlerin tamamı bir bütün teşkil edip, bölünme kabul etmez. Yani bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak söz konusu olamaz. İnanç sisteminin bir bölümünü bile kabul etmemek inanç sisteminin tamamını kabul etmemektir.

İmanın Tanımı ve Kapsamı:

İman sözlükte, bir kimseyi söylediği sözde onaylamak, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, kuşkuya yer vermeyecek şekilde içten ve yürekten inanmak, anlamına gelir.

Terim olarak ise, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i, Allah Teala’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde tasdik etmek, O’nun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.

İman esasen kalbin tasdiki olmakla birlikte, kalpte neyin gizli olduğunu insanlar bilemediği için, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması gerekir.

İmanın Esasları:

İslâm dininin iman esasları, ilmihal kitaplarında ‘Amentü’ terimiyle ifade edilir. Amentü metninde geçen ifadelerin anlamı şöyledir: ‘Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inandım. Öldükten sonra diriliş haktır. Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in ‘onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim’.

Yüce Peygamberimiz (s.a.v.), İman Esaslarımızı şöyle özetlemiştir:
“İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmak, kadere, hayır ve şerrin Allah’ın yaratmasıyla vücud bulduğuna iman etmektir.”

Peygamberimiz (s.a.v.)’in diliyle altı madde halinde özetlenen i’tikad esasları, İslâm dini’nin özünü teşkil eder.

İnsanın akıl ve bilgi gücüyle çözümleyemeyeceği varlık ve hayat problemlerini İslâm i’tikad nizamı ile çözer. İnsan, evreni ve evrendeki bütün varlıkların gerçeğini bu nizamla tanır. Varlıkların yaratılış hikmetlerini ve kaçınılmaz sonucunu bu nizamla öğrenir. İnsan, dünya hayatını, buradaki görevlerini ve ölümlü hayatın kutsal amacını bu sistemden öğrenir. Ruhsal bunalımlardan, karanlık ve karmaşık felsefelerden, temelsiz insan ideolojilerinden, sonuçsuz düşüncelerden ancak bu sistemle korunur.

İnsan, yaşamın anlamını, ruh aydınlığını, kalbinin kuvvet ve neşesini bu ancak bu ilâhî nizamda bulur.

İslâm i’tikad nizâmını teşkil eden altı esası aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür. Daha detaylı bilgi için İlmihal ve Akaid kitaplarına başvurulmalıdır.

Amentü’de yer alan esaslardan Allah’a iman ile kader ve kazaya iman konularında, vahiyle birlikte aklî ve mantıkî açıklama ve ispatlar yapılabileceği, his ve deneye dayalı bilgilerden yararlanılabileceği kabul edilmiş ise de, ahirete iman ve meleklere iman konularında bu mümkün görülmemiş, bu hususlarda yalnızca vahyin verdiği bilgilere güvenilebileceği belirtilmiştir.

1.Allah’a İman

İslâm i’tikad nizâmı’nın temeli, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)’a imandır. Kendi zatı ile var olan ve bütün varlıkları yaratan Allah (c.c.)’dır.

O, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, ezelî ve ebedî yaratıcıdır.

O, yaratan, bilen, işiten, gören, kanun koyan, dileyen, dilediğini arzu ettiği anda yaratmaya gücü yeten, tüm varlıkların rızkını veren, öldüren, bütün yüce sıfatlarla vasıflı ve eksik özelliklerden uzak olan ve rahmeti gazabını kuşatan bir Rab’dır.

O, bize kendisini Kur’an-ı Kerim’de İhlas sûresinde şöyle tanıtmaktadır:
“Ey peygamber, de ki O, Allah (c.c.)’dır ve birdir. Bütün varlıklar O’na muhtaç ve O hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamıştır, doğrulmamıştır. Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir.” (1)

Allah (c.c.)’a iman, Allah’ın var ve bir olduğuna, bütün üstünlük sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak ve yüce bulunduğuna inanmaktır.

Her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Allah (c.c.)’a inanmak, ergenlik çağına gelmiş ve akıllı her insanın ilk ve asli sorumluluğudur. Allah inancı insanın yaratılışında var olduğu için, çevresinden olumsuz etkilenmemiş bir kimsenin Allah’ın varlığını ve birliğini kabullenmesi gerekir. Bunun içindir ki, Kur’an ayetlerinin bir kısmında özellikle tevhid inancı üzerinde durularak, Allah’ın ortağı ve benzeri olmadığı vurgulanmıştır. Allah’ın var oluşu konusu, Kur’an’da insan için bilinmesi doğal, zorunlu ve açık bir gerçek olarak kabul edilmiştir. Yaratılışı bozulmamış ve sağlam bir insanın normal olarak yaratanını tanıyacağı belirtilmiştir.

İslâm akaidine göre Allah (c.c.) birdir ve tektir. Bu bir oluş, sayısal anlamda bir ‘bir’lik değildir. Çünkü sayı bölünebilir veya katlanabilir. Allah (c.c.) böyle olmaktan yücedir. O’nun bir oluşu, zatında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde, rab oluşunda ve hakimiyetinde eşi ve benzeri olmayışı yönündedir. “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti..” (2) ayeti bu gerçeği bildirmektedir.

2. Meleklere İman

Melekler, Allah (c.c.)’ın nefsanî duygulardan arınmış olarak yarattığı nurdan varlıklardır.

Onlar, Allah (c.c.)’ın bütün evrende ve yaratıkları üzerindeki irâdesini ve emirlerini yerine getirmekle görevli ve görevlerinde hiçbir eksiklik ve hata yapmayan varlıklardır. Melekler, Allah (c.c.)’ın kendilerine verdiği izin ve güçle, Rabbimizle peygamberleri arasında elçilik yapmak, canlıların ruhlarını almak, insanların sözleri ve işlerini kaydetmek, ilâhî azabı veya rahmeti emredilen yere indirmek, evrendeki bütün tabiat olaylarını yönetmek gibi görevler yaparlar. İnsanda olan bedensel ve ruhsal hastalıklar onlarda yoktur.

Melekler, Rabbimize koşulsuz, kesintisiz ve kusursuz olarak itaat, ibadet ve O’na hamd ve O’nu tesbih ederler.

Kur’an’da meleklere imanın farz olduğunu bildiren bir çok ayet vardır. Bunun için meleklere inanmayan kişi, bu ayetlerin hükmünü inkar ettiğinden kâfir olur. Meleklere inanmamak, dolaylı olarak vahyi, peygamberi, peygamberin getirdiği kitabı ve tebliğ ettiği dini de inkâr etmek anlamına gelir. Çünkü dinî hükümler, peygamberlere melek aracılığı ile indirilmiştir.

Melekler gözle görülmezler. Onların görünmeyişleri, yok olduklarından değil, insan gözünün onları görebilecek yetenek ve kapasitede yaratılmamış olmasındandır. Melekler, peygamberler tarafından asli şekilleriyle görülmüşlerdir. Asıl şekillerinden çıkıp bir başka maddi şekle, mesela insan şekline girmeleri durumunda diğer insanlarca da görülmeleri mümkün olur.

Melekler nurdan yaratılmış, yemek, içmek, erkeklik, dişilik, evlenmek, uyumak, yorulmak, usanmak, gençlik, yaşlılık gibi özellik ve durumlardan arınmış ruhanî varlıklardır.

Dört büyük melek olan Cebrail, Allah (c.c.) tarafından vahiy getirmekle, Mikâil, evrendeki tabiat olaylarını ve yaratıkların rızıklarını idare etmekle, İsrafil, kıyamet kopacağı ve tekrar diriliş olacağı zaman Sûr’a üflemekle, Azrail ise, ölüm sırasında canlıların ruhunu almakla görevlidir. (3)

3. Kitaplara İman

Kitap, sözlükte ‘yazmak ve yazılı belge’ anlamına gelir. İslâm kültüründe ise, Allah Teala’nın kullarına yol göstermek ve aydınlatmak üzere peygamberine vahyettiği sözlere ve bunun yazıya geçirilmiş şekline denilir. Hristiyan ve Yahudilere ilâhi kitap olarak İncil ve Tevrat verildiğinden onlara ‘Ehl-i Kitap’ denilmiştir. İlâhi kitaplar Allah (c.c.) katından indirildiği için ‘Semavî Kitaplar’ da denilir.

Kitaplara iman, Allah (c.c.) tarafından bazı peygamberlere kitaplar indirildiğine ve bu kitapların içeriğinin tümüyle doğru ve gerçek olduğuna inanmak demektir. Kitaplara iman da diğer itikad esaslarından ayrılmaz. Çünkü peygamberlerin tebliğ ettiği şeyler de Allah (c.c.)’ın kitaplarıdır.

İslâm i’tikad nizamı, peygamberlerin tebliğ ettiği ve tebliğ edildiği topluluklar için onları Hakk’a götürücü nizam olmuştur. Bu sistem, saçma felsefeler ve insan ürünü doktrinler karşısında Rabbimizin yasaları ve gerçeğin kaynağını teşkil etmiş İlâhî kitaplara, yani Tevrat, Zebur ve İncil’e de inanılmasını istemiştir. Onların belirli bir bölgeye ve topluluklara gönderildiğini, ancak nasıl tahriflere uğratıldıklarını bildirir ve son kitap, son Kitap olan ve beşerin muhtaç olacağı bütün saadet yasalarını ihtiva eden Kur’ân-ı Kerim’e inanılmasını emreder.

Artık Allah (c.c.)’tan gelen ve son ilâhî kanunlar kitabı olan Kur’an nizamına dönülmesini, O’nun iktisadî, sosyal ve ahlâk kurallarına bağlanarak Allah’a itaat edilmesini, Kur’an’a aykırı olan bütün insan ürünü felsefe ve sistemlerin terk edilmesini ister.

“Ey peygamber de ki, bir olan Allah’a iman getirdik. Bize indirilen Kur’ân-ı Kerime de, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve oğullarına indirilenlere de, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere de iman ettik.” (4)

“Allah’a, peygamberi Muhammed’e ve indirdiğimiz nura; Kur’ân’a iman ediniz. Allah yaptıklarınızdan haberdadır.” (5)

4- Peygamberlere İman

‘Peygamber’, Farsça bir kelime olup ‘haber taşıyan ve elçi’ anlamlarına gelir. Arapça’daki karşılığı ise ‘Rasûl ve Mürsel’ kelimeleridir. İslâmî terim olarak, ‘Allah (c.c.)’ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçiye’ denir.

Peygamberlere iman etmek, İslam i’tikad sisteminin altı esasından biridir. Allah Tealâ, Müslümanların aralarında hiçbir ayırım yapmadan bütün peygamberlere inanmalarını farz kılmıştır.

Allah (c.c.), insanların yalnızca kendi zâtını ibadet edinilecek ilah kabul etmeleri, yalnız kendi kanunlarını yaşamaları için onları Hakk’a götürecek Peygamberler gönderdi. Hz. Âdem (a.s.)’den, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar bütün peygamberler, Allah (c.c.)’ın, insanlar için seçtiği İslâm yaşayışını uyguladı ve tebliğ ettiler.

İnsanlar, evreni Yaratan’a ibadet etmekten ve O’nun yasalarına uymaktan kaçındıkça, Allah (c.c.)’ın huzurunda sorumlu olacakları bilincinden uzaklaştıkça Allah (c.c.), insanlık tarihi boyunca ard arda, peygamberlerini gönderdi.

Peygamberler, bütün çağlarda insanları Allah (c.c.)’a döndürmek, onları insan hegemonyalarından yani kula kul olmaktan kurtarıp özgür yaşatmak, adalet ölçülerini uygulamak, hayatın bir imtihan olduğunu haber vererek Allah’ın huzurunda muhasebe ve muhakeme olunacağını bildirmek için geldiler. Onlar, hayat nizâmını Allah’a îmana yönelten, ahlâkı yükselten, şer ve fesadı yok eden, hayır ve kurtuluşa götüren usûl ve temeller üzerinde kurmak için en büyük toplumsal değişimler yaptılar.

Kur’an, peygamberlerin bir kısmının hayatından kısa kesitlerle söz eder. Onların gerçekleştirmek istediği Hak düzenine karşı çıkan toplumların veya yöneticilerinin çeşitli afetlerle nasıl helâk edildiklerini anlatır. İnsanları bunları düşünmeye ve bunlardan ders almaya çağırır: “Allah’a ve peygamberlerine îman eden ve peygamberlerden hiçbirisi arasında fark gözetmeyen kimselere gelince, işte bunların Allah (c.c.) kıyamette mükâfatını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.”

5. Ahiret Gününe İman

‘Ahiret’ sözlükte ‘son, sonra olan ve son gün’ anlamlarına gelir.

Terim olarak ahiret, İsrafil’in (a.s.) Allah’ın emriyle kıyametin kopması için Sûr’a ilk defa üflemesiyle başlayacak olan ebedî hayata denir. İsrafil (a.s.) Sûr’a ikinci kez üfleyince insanlar dirilip dünyada yaptıklarından hesaba çekilecek, sonra dünyadaki iman ve amellerine göre ceza veya mükafat görecek, cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme girecek ve orada kalacaklardır.

İslâm i’tikad nizâmının esaslarından biri de Âhiret gününe, ölümden sonra yeniden dirilmeye inanmaktır.

Âhiret hayatı iki bölümden oluşmaktadır:
a) Ölümle başlayacak kabir hayatı.

b) Kıyametle beraber ruhların gerçek ölümü tatmasından sonra, insanların kabirlerinden diriltilmesiyle başlayacak ebedî hayat.

“O inanmayanlar öldükten sonra kesinlikle diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki: Hayır, hayır, Rabbime yemin olsun ki, siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptıklarınız hemen size bildirilecektir.

Bu da Allah’a göre kolaydır.” (6)

“Onlar gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendilerinin aynı olan insanları yaratmaya kadir olduğunu görüp bilmediler mi?” (7)

"Her kim (iman, söz, iş ve davranışla) zerre miktarı hayır yaparsa onun mükâfatını bulacak,zerre kadar yaptığı şerrin cezasını da görecektir.” (8)

Ahirete iman, Kur’an’da çoğu yerde Allah (c.c.)’a imandan hemen sonra zikredilmiştir. Bu da Ahiret inancının iman esasları arasında çok önemli olduğunu göstermektedir. Allah (c.c.)’a ve O’nun yol gösterici olarak gönderdiği peygamberlerine inanmak, insanların sorumlu olduğuna inanmayı da gerekli kılar. İnsandaki bu sorumluluk duygusu da kişiyi, yaptıklarının karşılığını göreceği ahiret hayatına inanmaya götürür.

Ahirete inanmayan kimse Kur’an ayetlerini inkâr ettiği için kâfir olur.

6. Kadere İman

‘Kader’ sözlükte ‘ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak ve belirlemek anlamlarına gelir. İslâmi terim olarak, ‘Yüce Allah (c.c.)’ın, ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezeli ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesi’ demektir.

Kadere iman etmek, inanılması zorunlu i’tikad esaslarımızdan biridir. Allah (c.c.)’ın ilim ve irade sıfatıyla ilgili bir kavram olan kader, evreni ve evrendeki tüm varlık ve olayları belli bir düzen ve ölçüye göre düzenleyen ilâhî kanunu ifade eder. Rabbimize bütün kemâl sıfatlarıyla inanmanın doğal bir sonucudur.

Bütün evrenin ve evrendeki tüm olayların oluşumlarındaki kurallar bütününe ‘Sünnetullah’ yani Allah (c.c.)’ın koyduğu fiziki kanunlar denir.

Kader ve kazaya iman Yüce Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmak demektir. Bu sıfatlara inanan kimse, kader ve kazaya da inanmış olur. Buna kader ve kazaya inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin Allah’ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah’tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir.

Her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise şudur: Yüce Allah, insanları hür iradeleriyle seçecekleri şeylerin nerede ve ne şekilde seçileceğini ezelî yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu bilgisine göre diler, yine bu dilemesine göre takdir buyurup zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır. Bu durumda Allah (c.c.)’ın ilmi, kulun seçimiyle ilgili olup, Allah (c.c.)’ın ezeli anlamda bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur. Aslında insanlar, Allah (c.c.)’ın kendileri hakkında sahip olduğu bilgiden habersizdirler ve pratik hayatta bu bilginin etkisi altında kalmaksızın kendi iradeleriyle davranmaktadırlar. İnsan olarak biz, Yüce Allah bildiği için belli işleri yapmıyoruz. Bizim bunları yapacağımız O’nun tarafından ezeli ve mutlak anlamda bilinmektedir. Allah (c.c.) kulu seçim yapan ve yaptıklarından sorumlu olan bir varlık olarak yaratmış, onu emir ve yasaklarla sorumlu tutmuştur. Ayrıca Allah (c.c.), kulun seçimine göre fiilin yaratılacağı noktasında bir ilahi kanun da belirlemiştir.

-----------------------------
(1) İhlas sûresi, 112/1-4.
(2) Enbiya sûresi, 21/22.
(3) İlmihal, TDV, İSAM Heyeti.
(4) Âl-i İmran Sûresi, 3/84
(5) Teğabun Sûresi, /8.
(6) Teğabun Sûresi, /7.
(7) İsrâ Sûresi, /99.
(8) Zilzal Sûresi, /7-8.