Ezan Kamet ve Hükümleri

Ezan ve ikamet ne zaman meşru kılındı? Ezan ve Kametin Hükümleri nelerdir? Ezana nasıl İcabet edilir?
Namaz vakitleri, Cenâb-ı Hakkın nimeti ilâhiyyesi olan namaz için, zahiren sebep, ve iycabı gaybîsi için de alâmet olduğu gibi, ezân dahi vakitlere alâmet olmuştur. Ezân, ilâmdır. Vakitler havasa, ezân umuma ilamdır. (Müslime lâyık olan, vakit ile mütenebbih olmaktır. Vakit kendisini agâh etmeyen kimseyi ezân agâh eder).

Bu babta îrad edilecek kelâm: Ezânın sübûtüne ve veçhi tesmiyesine, ve lûgatten ve şer'ân olan tefsirine ve faziletine ve sebebine ve şartına ve hükmüne ve rüknüne ve sıfatına ve keyfiyetine ve vaktine, sebeb ve mahallî meşrûuiyetine dâirdir.

«Siz namaza nidâ ettiğiniz zaman...»('Maide: 58)

Ezânın sübûtü, kitap ve sünnet ile sâbittir ki, Kitab-ı Kerimde:

«Namaza nidâ olununca.» (Cumâ: 9) buyurulmuş olduğu gibi, Hazreti Abdullah bin Zeyd'in rüyâsı üzerine müşarün ileyhe varid olan hadîsi şerîf ile sabittir. Ezân lûgatte ilâmdır: Cenâbı Hak:

«Ve Allah tarafından bir ilandır.» (Tevbe: 3)

buyurdu ki, bu lûgat mânâsında kullanılmıştır. Şeriat ıstılahında ise ezân, veçhi mahsûs üzere olan ilâmdır. Ezân kelimesi, selâm ve kelâm gibi isimlerdendir ki, tasrifi te'fil babındandır. Teklimden kelâm, teçhizden cihaz denildiği gibi, tezinden dahi ezân denilmiştir ki, tezin ezân okumak ve vakti bildirmektir. Okuyana müezzin denir.

Ezân okumanın fazileti, müteaddit ehadisi şerife ile sabittir (1).

İmamet - kendi babında açıklanacağı üzere - müezzinlikten efdâldir (2). Ve kezâ, ikamet dahi ezan okumaktan efdâldir. Hazreti Ömer radiyallahü teâlâ anhın «Halife olmasaydım müezzinlik ederdim» buyurmuş olmaları, müezzinliğin imamete tafdîlini, gerektirmez. Çünkü, bu sözden, imameti terketmek maksut olmayıp, imamet işine, müezzinliği de ilâve maksuttur ki, mânâ: Hilâfet meşgalesinin çokluğu olmasa, ezam dahi okurdum, demektir. İmamın, müezzinlik de yapması, efdâl olacağı ifade buyurulmuştur (3).

Ezanın sebebi, vaktin girmesidir ki, namaz vakitleri, ezan için sebeptir (4).

Vaktin girmesi, ezan için hem de şarttır (5).

Ezanın lâfzı Arabî ile olması ve âkilden sudûr etmesi dahi, sıhhatinin şartıdır.

Şartı kemâli; müezzinin, sâlih, namaz vakitlerini bilir ve abdestli ve namaz hususunda halkın ahvaline vâkıf ve cemaatten geri kalanlara sözünü geçirmeğe kaadir ve güzel ve yüksek sesli olması ve yüksekçe bir yerde kıbleye karşı durup okumasıdır. Nitekim, müstehabatından olmak üzere ileride de zikrolunacaktır.

Ezanın hükmü Ona icabetin lüzumudur. İcabet: Fiilen olduğu gibi, kavlen dahi olur. Nitekim, babın sonunda beyanı gelecektir.

Ezanın rüknü, elfazı mahsusadır ki, dört tekbir, ikişer şehadet, ikişer (hayyi ale), iki tekbir ve bir tehlildir. Nitekim beyan olunacaktır.

Ezanın şer'î sıfatı: Sünneti müekkede olduğudur. Ezan, esah olan kavle göre vâcip değil ise de, vâcip derecesinde bir sünneti müekkededir.

Ezanın keyfiyeti, yâni edâ ve ifası sureti, teennidir ki, ikamet gibi acele edilmeyip, âheste âheste okumaktır.

Ezanın vakti, aslen ve istihbaben, namaz vakitleridir (6).

Ezanın meşruiyyeti sebebi: Namazı, resulü ekrem sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri ile cemaatle kılmanın vaktini bilmek için, bir alâmet ittihazında, sahabenin müşavereleridir (7).

Ezanın mahalli meşruiyeti, Medinei Münevveredir. Hicreti mukaddesenin ilk ve bir rivayete göre, ikinci yılında ezan meşrû olmuştur. Ondan önce, yollarda: Namaza yahut cemâaten namaza, meâlinde olmak üzere müminler birbirlerine seslenirlerdi. Sonra ezan emrolundu.

Şöyle ki, aleyhis-salâtü ves selâm efendimiz hazretleri, Medinei tahirelerine şerefle ayak bastıklarından sonra, namazı gâh erken ve gâh geç kılmakta oldukları cihetle, yakın ve uzak yerlerden gelen ashabın bir takımı kendileriyle birlikte cemaat olarak, namaz kılmak meziyyetine (hırsan) evvelce gelip beklemek ve bundan dolayı, işlerinden kalmak mahzuruna uğrar ve bir takımı, namaz geç kılınır zanniyle, geççe gelip, namazı kılınmış bularak, esef ateşi onların sinelerini dağlar idi. Buna binaen, akdi cemaat vaktine bir alâmet ittihazı için müşaverede bulundular. Bâzıları (darbı nâkus) olunması (8) (yâni çan çalınması) reyinde bulundular. Hazreti resûlü ekrem sallallahu teâlâ aleyhi ve5 sellem efendimiz «o hıristiyanlarındır» buyurdular. Bâzılar, Şebbur, yâni boru çalınması, reyinde bulundular. Nebiy aleyhis-salâtü ves selâm: «O yahudilerindir» buyurdular. Bâzıları, ateş yakarız, dediler. Ona da Aleyhis-selâm efendimiz «Mecûsiler şiarıdır» diye razı olmadılar. Müşavere arasında bayrak dikeriz, görenler, birbirlerine iylâm ederler, diyen olduysa da, efendimiz hazretleri, onu da beğenmediler. Reyler henüz bir şey üzerine ittifak edemeden kalkılmış ve kararsızlığa mebni, Hazreti Seyyidül-kâinatın veçhi saâdetlerinde görülen neşesizlik üzerine, ehli müşavereyi, gam almıştı. Hâdiseyi rivayet eden, Hazreti Abdullah bin Zeydül ansârî (9), buyurur ki; ben dahi gamlı olarak yatmıştım. Uyku ile uyanıklık arası, bana biri geldi ki, üzerinde iki (yeşil elbise) var idi (10). bir duvar parçası üzerinde kaim oldu. Elinde de bir nâkus vardı. Bunu bana satar mısın? dedim. Ne yapacaksın? dedi. Namazımız vaktinde çalarız, dedim. Ben seni, daha hayırlısına delâlet etsem olmaz mı? dedi. Olur, dedim. Kıbleye karşı durdu. Ve: Allahu ekber, diye başlayarak, ezanı tamamiyle okudu. Sonra, biraz durarak ezan kelimelerini, bir daha okuyup, sonuna doğru iki kere «kad kametüs-salât» dedi, (Bu, ikamete işarettir).

Müşarünileyh Hazreti Abdullah der ki, ben kalkıp Resulullaha giderek, vakayı arz ve ihbar eyledim. «Hak rüyadır Bilâle telkin eyle, onun sesi senden çoktur» buyurdular. Ben de onu Bilâle telkin ettim. Hazreti Bilâl Medine içinde en yüksek bir sathın üzerine çıkıp ezanı okudu (11). Hazreti Ömer radiyallahu anhü ve anhümâ, kendi evinden işitmekle, izâr şerifleri içinde (yâni bilâ rıdâ) sür'atle, huzuru saadete geldiler. Ve: Ya Resûlallah, seni Peygamber olarak hakkiyle gönderen, Hudâ hakkı için, bunun gördüğünün mislini, ben de gördüm, şu kadar ki, bu, benden evvel gelmiş, dediler (12). Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, «Allaha çok şükür ki bu böylece sâbit oldu.» buyurdular.

O gece, ashaptan yedi zatın o rüyayı aynen görmüş oldukları dahi mervidir. Rüyâ, sebep oldu. Ezan, yine emri Nebevî ile sübût buldu. Ve ihtimal ki, o sebep vahye mükarin dahi oldu (13).

İkamet dahi ezân gibi, bu ümmetin hususiyetlerindendir (14).

Ezanın evveli, tekbir olduğu gibi, tâzim için avdetle âhiri dahi tekbirdir. Evvelinde dört kere Allahü ekber denir. Âhirindeki tekbir, sair elfazı şerifesi gibi iki keredir. Tekririn hikmeti, işitenlere namazın yüceliğini ve büyüklüğünü telkin içindir.

İkamet dahi, lâfzan ve mânen, sıfaten ve sebeben, ezan gibidir. Şu kadar ki, ikametin «Hayyi alel-felâh» tan sonra, iki defa «Kad kaameti-s salât» denir (15). Keyfiyeti edaca dahi, aralarında bir fark vardır ki, ezanda, müezzin teenni eder yâni her iki cümle arasım, bir sekte ile (16) faslederek, alâ kavlin, kelimeleri bilâ teganni uzatarak, okur. İkameti ise, su akar gibi aralıksız, kelimeleri tane tane okumaktır.

Bunun aksi, yâni ezanda sür'at, ve ikamette teenni, mekruhtur.

hadîs-i şerifi hükmünce, ezân ve ikametin kelimeleri meczumdur ki, gerek tekbirler, gerek sâir cümleler birbirine vasıl olunmamak üzere, sonları sâkin bırakılır.

(Tekbirlerin bitiştirilmesinde, (Ra) harfleri, harekenin nakli ile, meftuh olur: Allahü ekbere Allahü ekber. Nâs bunlardan gafillerdir). Ezânda hakikaten vakf ve ikamette niyeten vakf vardır.

Ezanın kelimeleri şunlardır:

Allahu ekber Allahu ekber, Allahu ekber Allahu ekber. Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü en lâ ilâhe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah, eşhedü enne Muhammeden Resûlullah. Hayye ales-salâh Hayye ales salâh (17). Hayye alelfelâh, Hayye alelfelâh (18) Allahü ekber Allahü ekber, lâ ilâhe illallah.

Hasseten, sabah namazının (Hayye alel-felâh) ından sonra, iki kere

Es-salâtü hayrün minen-nevm denir ki, bu ziyadeyi, Hazreti Resûlü ekrem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz, Hazreti Bilâle, emretmişler ve sabah namazının zamanı, uyku ve gaflet vakti olduğu için (namaz uykudan daha hayırlıdır) nidasını sabah ezanına hâs kılmışlardır (19). İkamet kelimeleri şunlardır:

Ezan ve ikamet kelimelerinin tercümesi, aslının yerini tutmaz, yâni lûgati Arabiyyenin gayri lisan üzere, okunan ezan, her ne kadar ezan olduğu bilinse dahi, kâfi olmaz. İkamet dahi böyledir.

Ezan yüksek bir yerde okunmak, sünnet olup, yüksek sesle okunur (20). Hattâ, sesi yükseltmeye medar olmak üzere, müezzin şehadet parmaklarının uçlarını, kulaklarına ithal etmek, müstahap olur. Ellerini kulakları üzerine kor ise, o da güzeldir. (Bu, ezanın sünnetlerindendir).

Câmi içinde, Cuma gününden gayri ezan okunmaz.

İkamet, akdi cemaat olunduğu ve namaza durulduğu yerde olur (21). Her ikisinde de, ayak üzeri ve kıbleye karşı durulur (22). Yerlerin çamurlu olması veya sefer zaruretine mebni (23) binekli bulunmadıkça, kıyam ve kıbleye dönme terkolunmaz (24).

Ezanda, açıklama ve duyurma maksut olmakla, aslı dâvet kısmı olan, Hayye alel-salât nidasında yüzünü sağa ve Hayye alel-felâh nidasında yüzünü sola çevirmek müstehap olur (25).

Minarede bulunup da, sağa ve sola, başım çevirmekle maksadın husulü mümkün olamayacağından, dolaşır. Eski tarz üzere olan minarelerde, kıbleye arka vermeyerek başım sağa ve sola çıkarıp okur (Ezan okurken kıbleye arka dönmek mekruhtur).

Müezzin, yüksek mevzide olacağı ve kadınların makarrı olan yerleri görebileceği cihetle, kendisinin mütteki ve emin kimse olmak ve ezanda, sünnete muvafık usulleri ve namaz vakitlerini bilir olup, ezanı abdestli okumak müstahaptır.

Ezanda, güzel ses matlup olmakla beraber, lahn ve teganni mekruhtur.

Ezan esnasında müezzinin söz söylemesi (26) ve hattâ selâm alması dahi mekrûhtur (27).

Müezzinin, bâliğ olmasa da, âkil olması ve müslim bulunması lâzımdır (28). Sabiyyi mürahikin ve hattâ sabiyyi mümeyyizin ezanı, kerahetsiz câizdir.

Delinin, bunağın, gayri mümeyyiz sabinin, gayri müslimin okudukları ezan sahih değildir, iâde olunur. (Mekrûh diyenler dahi, kerahet lâfzıyla sahih olmadığını kasdetmişlerdir).

Sarhoşun (29), fâsıkın (30), kadının (31), ayakta olmayanın (32) ezanı mekrûhtur.

Ezanda, âkil ve İslâm, sıhhatin şartı ve adâlet, erkeklik, kıyam kemâlin şartıdır. Binaenaleyh, onların ezam, istihbaben iâde olunur (33).

İkamet dahi, ezan gibidir. Şu kadar ki, onda tekrar, yani iâde meşrû olmamıştır.

Cünübün ezânı ikameti gibi mekrûhtur. Abdestsizin ikameci mekrûh ve ezanı gayri mekrûhtur. Bununla beraber, ne ezanı, ne de ikameti, iâde olunmaz.

Ezana, ikameti yaklaştırmak, her namazda icmâen mekrûh olmakla, ezan ile ikamet arası, vakti müstahabe muraat ile beraber, cemaate mülâzemet edenler hazır oluncaya kadar ara verilir (34). Akşam ezanında, ezan ile ikamet arası, üç kısa âyet veya uzun âyet okunacak veya üç dört adım atılacak kadar, sekteyle ara verilir (35).

Dinî umurda tekâsül zuhuruna binaen, beş vakitte, ezandan sonra, «vakti salâ» demek gibi, bir nida ile ikinci bir çağrı yapılır ki, tekrar bir hatırlatma demektir (36). Her beldenin, ikinci daveti, ehli tarafından bilindiği veçhile olur (37).

Ezan ve ikamet, sefer ve hazarda, farz olan namazların edâ ve kazâsı için, erkeklere sünneti müekkededir. Kadınlara mekrûhtur.

Cuma dahi farzlardandır. Bayram, Yağmur, Cenaze, Vitir ve Teravih namazları için, ezan ve ikamet yoktur.

Farz olmayan namazlarda, ezan ve ikamet olmadığı gibi (38) farz olan namazlarda dahi, ezan ve ikametin birlikte mesnuniyyeti, ehli mescit hakkında, ve bir de kırda namaz kılana göredir. Ehli mescit için, yâni camilerin vs mescitlerin, cemaati müstehabesi için (39), hem ezan okunur, hem de ikamet alınır olduğu gibi, kırda farz kılan kimse dahi, münferit bile olsa, ezan okur ve ikamet alır (40). Şu kadar ki, ehli mescit hakkında, onlar müekkeden sünnet ve her birinin terki, keraheti muciptir. Kırda namaz kılanlar hakkında, onlar -ekiden sünnet değil - mucibi fazilet olduğundan, cemaat dahi olsalar, mekrûh olan: Ezan ve ikametin ikisini birden terketmektir. Onlar, ehli mescidin gayri olan cemaatler gibi. yalnız ikametle edâ edebilirler.

Evde ve kırda sadece, ikametle iktifa câizdir. Ezan ile iktifa mekrûhtur (41). Mahallenin ve köyün müezzini, mahalle ve köy ehli için Nâib yâni, onun ezân ve ikameti onlara da şâmil olmakla, namazı evinde veya dükkânında kılan kimse, gerek münferit ve gerek cemaat olarak kılsın, ezanı terkettiği gibi, ikameti dahi terkedebilir. İkisinin dahi terkinde, kerahet yoktur (42). Mahallede ve köyde ezan okunmamışsa o halde, ikisinin birden terki, mekrûh olur. İkametle iktifa olunabilir.

Cumanın gayride, bir vakit için iki ezan, meşrû olmadığı gibi, hiç bir farz için, birden ziyade ikamet dahi meşrû olmadığından, camilerde o vaktin farzı, ilk cemaattan sonra, kılınacak olursa, cemaat bile aktedilse, ezan okunmadığı gibi, ikamet dahi alınmaz.

Ezan ve ikamet, cemaati müstahabe sünneti olduğundan cemaati mekrûhe için (43), ezan ve ikamet dahi mekrûhtur.

Ezan ve ikamet, edada meşrû olduğu gibi, kazâda dahi meşru ve mesnundur (44). Müteaddit geçmiş namazların kazâsında, meclis müttehit olduğuna göre, ilkinde ezan ve ikamet okuyup, ondan sonrakilerde, yalnız birer ikamet almak kâfi olur. Bu bapta, ikametin terki mekrûhtur. Her biri için, hem ezan, hem ikamet okumak efdâldir (45). Meclisi kazâ, muhtelif olduğuna göre, meclisi sanide dahi, ilk geçmiş için, yine ezan okur.

Ezanı mesnûnu, yâni vaktinde okunan ve tağyiri hurûfa sebep olan lâhn ve teganniden hâlî olan ezanı işiten kimse (46), Kur'an tilâvet etmekte olsa dahi, durup ezânı dinler ve kelimatına icabet eder (47).

Namazda olan - velev cenaze namazı olsun, - hutbe okuyan veya dinleyen - velev nikâh hutbesi olsun, - derste ve yemekte veya kazâi hacette bulunan icabet eylemez. Cünüp icabet eder (48). Hâyiz ve lohusa icabet eylemez (49).

Ezanın kelimelerine icabet, müezzinin dediğini diyerek ona uymaktır (50). Yalnız hayyealellerde yâni Hayye ales-salâh, Hayye alel-felâh cümlelerinde, işiten «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh» der ki, masiyetten dönmek ve taate kuvvetlenmek, ancak fazlı ilâhî iledir, demektir. (İcabetten sonra duâ, müstecaptır). Sabah ezanının ilâvesi (essalâtü hay-rün minen-nevm) cümlesinin icabeti: «Sadakte ve berirte,» yahut: «Mâşaallah kâne ve mâ lem yeşe' lem yekun» der ki, evvelkinin mânâsı: Doğru söyledin, demek olup (51), ikincinin mânâsı: Cenab-ı Hakkın dilediği olur, dilemediği olmaz, demektir.

Ezanın sonunda hem müezzin, hem de dinleyenler içlerinden salâvatı şerife okuyup, vesile duasını (52) ederler. Vesile duâsı:

İbni Abidinin kaydına göre vesile duasında «vel-fazîlete» den sonra «ved-deraceter-rafia» ilâvesi olmadığı gibi, sonunda da «Ya erhamer-rahimîn» diye bir ilâve mevcut değildir.

İcabetin hükmünde, eimmemiz ihtilâf edip bazılar, onun vücubünü ve bâzılar, istihbabını tasrih ettiler. Vâcip olmaması gerekir.

«Eşhedü enne Muhammeden rasûlullah» cümlei celilesinin ilkine icabette «Sallallahü aleyke yâ rasûlallah» ve ikincisine icabette: Gözüm seninle aydın olsun, meâlinde olmak üzere: Kurret aynîbike yâ rasûlallah,demek ve bunları derken baş parmaklarının tırnaklarım, yahut şahadet parmaklarının uçlarının içini öperek gözlerine sürmek dahi müstahap olur (53).

İkamet alan kimse, ikametten sonra, sünnet kılsa, yahut imam, ikametten sonra hazır olsa, ikameti iade etmez (54).

Müezzin ikamet alırken camiye giren kimse, imam mihraba gitmek üzere ayağa kalkmamışsa, oturur. İmam oturuyorken ayakta beklemek ona mekrûh olur.