İslama Göre Vatana İhanetin Hükmü Ve Cezası Nedir?

İslama göre vatana ihanetin cezası ve hükmü nedir?İslamda hainlik yapmanın cezası nedir?İslamda hıyanetliğin cezası nedir?
İslam dini ihaneti (hainlik) haram haram kılmış ve yasaklamıştır.Hainlik yapanlar insanlar tarafından ve Hz.Allah tarafından sevilmediği gibi Kuranı kerimde de lanetlenmiştir.Ahde vefa sözde sadakat namustur.Bu ise ancak kalbi selim olan müslümanlar tarafından yerine yapılabilir.İhanet eden,hainlik yapan kimsenin kalbi nifak hastalığına tutulmuş ve islamdan uzaklaşmıştır.

‘İhanet’, sözlükte hainlik, hıyanet, nankörlük, emanete ters hareket, ahde vefasızlık, ahdi gizlice bozarak hakka aykırı davranmak anlamındadır. [172]

İhanet eden kimseye ‘hain’ denilir. İhanet, birisine kendisini güvenilir tanıttıktan sonra, o güveni bozacak ve hakka aykırı iş yapmak demektir. İhanet, İslâm ahlâkında münafıklık özelliği olarak sayılmış ve haram kabul edilmiştir. Çünkü Müslüman, herkesin malı, canı ve namusu konusunda kendisinden güvende olduğu kimsedir. Emanet ve ihanet malda olduğu gibi sözde de olur. İhanetin zıddı ‘Emanet’tir.

İslâm ahlâk anlayışını gönlünde taşıyan kişinin doğruyu söyleyeceğine ve sorulanı başkalarından gizleyeceğine, verilen emaneti ve sırrı saklayacağına tereddütsüz bir biçimde inanılır. Müslüman için doğru sözlülük, yaratanın kesin ve bağlayıcı talebi olarak vazgeçilmez bir görevdir.

Hıyanetin unsurları, hıyanet eden yani hâin, hıyanet edilen şahıs, hıyanete konu olan durum ve hıyanet yöntemidir. Birinci unsurla ilgili yüce kitabımızda birçok ayet bulunmaktadır. “İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lanetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah iyilik yapanları sever." [173]

Yüce bildirim, bizlere hainin özelliklerini vermektedir. Hainlerin birinci özellikleri verdikleri sözlerinde durmamalarıdır. Hıyanet eden kimse ilk olarak bu özelliğiyle hareket etmekte ve verdiği sözden dönmektedir. Hainlerin ikinci özellikleri lanetlenmiş olmalarıdır. Bu halleriyle Allah (c.c.)’ın sevgisinden yoksun kalmış, gazabını kazanmışlardır. Hainlerin bir başka özellikleri kalplerinin katılığıdır. İslâm ahlâkıyla ahlaklaşmış, yumuşak kalpli ve anlayışlı insanların hainlik yapmaları mümkün görülmeyecek bir durumdur.

Hainlerin başka bir özelliği de bozguncu olmaları, doğru ve hak olanı bildikleri halde değiştirmeye çalışmalarıdır. Onlar aynı zamanda hainliklerine zemin hazırlamak ve ihanetlerini meşrulaştırmak için unutma bahanesini de kullanabilen insanlardır.

Burada hainliği görülen insanların özellikleri ayrı ayrı sıralandıktan sonra, Hz Peygamber (s.a.v.)’e onları affetmesi emredilmektedir. Bunun anlamı, hainlik yapanın ihanetinin ancak kendisine zarar vereceği, başkalarına zarar verme imkânının olmadığı, onların kendilerine kötülük yaptıklarıdır. Ayet bir taraftan hainlik yapanın ihanetinin kendisi için zararlı olacağını dolaylı olarak haber vermekle beraber; bir taraftan da ihanete uğrayan kişinin sergileyeceği tavrı da bildirmektedir. Buna göre ihanet edilen kişi durumu öğrendiğinde en güzel davranış biçimi olarak hainlik yapan kişiyi affetmelidir. Çünkü onun kötülüğünün zararı kendisinedir ve o kaybedeceği kadar kaybetmiştir. Hainlik yapılan kişi affettikten sonra, çevreden gelen tepkilere veya yönlendirme gayretlerine aldırış etmeyecek, hak yolda gidişini engelleyecek, azim ve sabrını kıracak hiçbir eğilime itibar etmeyecektir. Bu hıyanete uğramış insanın sergileyebileceği en yüksek seviyeli, faziletli davranış biçimidir.

Hıyanet konusu söz veya maddî özellik taşıyan bir cisim olabilir. Çoğu zaman söze ihanetin diğerlerine göre daha ağır sonuçlar doğurduğu, yıkıntılara, derin ailevi veya toplumsal yaralara sebep olduğu bilinen bir gerçektir.

Hıyanetin yöntemi ise hainin özelliklerinden bahsedilirken dolaylı olarak işaret edildiği üzere sözden dönme, tahrif yani bozma ve değiştirme ve son olarak da unutmadır. Bu üç yöntem ihanet işaretleri olarak da görülmelidir. Sözünden dönen, bozucu ve fazlaca unuttuğunu söyleyerek bazı sorumluluklardan kaçmaya çalışan insanların ihanetlerinden korkmak ve buna göre tedbirli olmak gerekir.

Müslüman’ın ihaneti ise, casusluktan daha geneldir. Çünkü bazen bu düşmanın yararına olur veya daha genel bir şekilde Müslümanların zararına olur. Böyle bir fiilin cezası ise İslâm’da çok ağırdır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ey inananlar! Allah’a ve Rasûlüne ihanet etmeyin; bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız birer fitne (imtihan)’dır. Allah’a gelince, büyük mükâfat onun katındadır.” [174]

Bu ayetler, Benî Kureyza harbi esnasında Yahudilere akıl veren ve Ebu Lubâbe denilen bir Müslüman hakkında inmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), kuşatma esnasında Yahudilere Sa’d b. Muâz’ın (r.a.) hükmüne razı olarak kaleden inmelerini arz etmişti. Onlar razı olmadılar ve kendilerine Ebu Lübâbe’yi göndermesini istediler. Ebu Lubâbe’nin ailesi ve malı Yahudilerin elinde idi. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Lubâbe’yi onlara gönderdi. Onlar:

- Ne dersin? Sa’d b. Muâz’ın hükmüne razı olalım mı? Diye sordular. Ebu Lubâbe, onlara razı olmamalarını söyledi. Ebu Lubâbe diyor ki:

- Allah ve Rasûlüne ihanet ettiğimi o anda anlamıştım. İşte bu olay üzerine bu ayet indi. Ayet inince Ebu Lubâbe gidip kendisini mescidin direğine bağladı ve:

‘Allah’a yemin olsun ki, ölünceye veya Allah tevbemi kabul edinceye kadar ne yer, ne de içerim’ dedi. [175]

Müslümanlar, İslâm ordusunun sırlarını korumaya aşırı hırs gösteriyorlardı. Bu uğurda canlarını feda ediyorlardı. Buna bir örnek şudur:

Abdullah b. Huzâfe, Müslümanların Şam bölgesini Bizanslılardan arındırmak için düzenledikleri savaşlar esnasında onlara esir düşmüştü. Abdullah gözü pek bir kahramandı; savaşta çeşitli şecaat ve deha örnekleri göstermişti. Düşman O’nu yakalayınca Müslüman kahramanlardan bir örnek olmak üzere onu krallarına götürdüler. Çünkü kral savaşı kaybetmelerini kumandanlarının ve ordusunun beceriksizliğine bağlıyordu. Abdullah, kralın huzuruna götürülünce onun huzurunda eğilmeyip onu fazla kale almadı. Kral, çeşitli desiselerle O’nu İslâm’dan döndürmeğe çalıştı. Abdullah ise alaycı bir eda ile ona şöyle dedi:

‘Allah’a yemin ederim ki, sahip olduğun her şeyi dinimden beni döndürmek için bana versen göz açıp kapayıncaya kadar beni dinimden döndüremezsin.’

Kral ona, kesin olan ölümden canını kurtarması için İslâm ordusunun bazı sırlarını sordu: O da şöyle cevap verdi:

‘Şehidlik ne güzeldir, hıyanete ise asla yol yoktur!’

Bunun üzerine kral, onun, öldürülmek üzere olanların konulduğu bir yere konulmasını emretti ve okçularına vücudunun hemen yanı başına isabet edecek şekilde atış yapmalarını istedi. Böylece o korkacak, kral da istediğine ulaşacaktı. Fakat o, gülümser vaziyette, heybetli, bir dağ gibi duruyor ve ölümü bekliyordu. Bunu gören kral, hem şaşarak, hem de onu takdir ederek, bağlarının çözülmesini emretti ve Müslümanların gerçekleştirdiği zaferlerin sırrını anladı.

Allah Teâlâ, hıyaneti yererek şöyle buyurmuştur:

“Kendilerine hainlik edenleri savunma; zira Allah, daima hainlik yapıp günah işleyen insanı sevmez! (Kötü fiillerini) insanlardan gizliyorlar da Allah’tan gizlemiyorlar. Oysa geceleyin O’nun istemediği şeyi kurarlarken O, onlarla beraberdir. Allah, onların yaptığı her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şeyi O’ndan gizleyemezler.) [176]

“Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun nikâhı altında idiler, onlara hıyanet ettiler. Kocaları, Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: ‘Haydi, girenlerle beraber siz de ateşe girin!’ denildi.” [177]

Allah (c.c.)’ın genel hıyanetle ilgili hükmü budur. Savaş esnasında yapılacak hıyanetin, Müslümanların mal ve canlarına karşı zararı daha çoktur. Bu itibarla İslâm, savaş sırlarını yaymayı kesin olarak yasaklamıştır. Hatta düşmana ulaşması kolaylaşır düşüncesiyle ilgili olmayanları savaş işlerine karışmasını da yasaklamıştır. Allah Teâlâ:

“Onlara güven ya da korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar…” [178] Buyurarak, sırların yayılmasına hem gazap etmiş, hem de onu yasaklamıştır. Tarih boyunca Müslümanlar, durumları ne olursa olsun hıyanet karşısında kesin tavır takınmışlardır. M. 1240 yılında Şam emiri İsmail, Mısır’ı kendi topraklarına katmak için haçlılarla anlaştı. Bu hedefini gerçekleştirmek için haçlılardan yardım alarak Şamlılardan asker topladı. Şam ordusu Gazze üzerine gelip haçlıları takviye için Mısır ordusuna karşı vaziyet aldığı sırada haçlıların ve hain Şam emirinin hiç beklemediği ani bir durum ortaya çıktı; Şam askerleri bir anda dönüş yapıp Mısır ordusuna katıldılar ve haçlılara karşı hücuma geçip onları şiddetli bir bozguna uğrattılar. [179]

Hatta bundan daha da büyüğü olmuştur: Safvetu’l-Melik Hatun adlı bir anne Şemsu’l-Mulûk adlı oğlunun haçlılarla işbirliği ettiğini ve böylece Müslümanlarla hainlik ettiğini anlayınca hemen oğlunu öldürtmüştür. Çünkü bu şerefli kadına göre, vatan ve din, hain oğuldan daha kıymetli idi. [180]


[172] Ahlâk Lügatçesi, Ö. N. Bilmen.
[173] Mâide sûresi, 5/13.
[174] Enfâl sûresi, 8/27-28.
[175] Kadı Beyzavî, (Mecmau’t-tefâsîr içerisinde), 3/31.
[176] Nisâ sûresi, 4/107-108.
[177] Tahrîm sûresi, 66/10.
[178] Nisâ sûresi, 4/83.
[179] Markizî, es-Sülûk, 1/305; İbn Tağrıberdî, en-Nücûmu’z-zâhire, 6/323.
[180] M. Kürd Ali, el-İslâm ve’l-Hadâratü’l-Arabiyye, 1/302.